Meme Kanserinin Tanı ve Tedavisinde Bilinçlendirme ve Moleküler Detaylar
Günümüzde meme kanseri tanısında, hastanın yakınması, kendi kendini kontrol, hekim muayenesi, radyolojik incelemeler ve biyopsinin tartışılmaz bir öneme sahip olduğu açıktır. Ancak araştırmalar tanı ve tedavide bazı moleküler parametrelerin de önemli olabileceği yönünde gelişmektedir. Hastalar genellikle sık tekrarlanan bilgiler ile bilinçlendirilirken, gereksiz yere bir korku da oluşturulabilmektedir.
Hasta hekim ilişkilerinde dikkatle korunması gereken gizlilik internet ortamlarında paylaşılan bir takım bilgilerle çiğnenmekte, genel bilgiler verilerek özel durumların ve hastaya özel tedavi yanıtlarının olabileceği göz ardı edilmektedir.
Kanımca, işte bu genel bilgilerin sık tekrarlanarak internet ortamı ve medyada bilinçlendirme yerine korku oluşturur hale gelindiği bir dönem yaşanmaktadır. Bir hastalıkla mücadelede hasta bilgilendirme ve onamı bire bir hasta ile yapılmalı, “hastalık yok hasta var” ilkesi daima akılda tutulmalıdır.
Kanser hastalığı ile mücadele derin psikolojik ve psikiyatrik boyutlar içeren bireysel ve mahrem bir karakter taşır. Çoğu kez hastayı hastalığını kabullenmesi yolunda “desensitize” ederken, onun kronik hasta psikozuna sokulabileceği ve korku yaratılabileceği akılda tutulmalıdır.
Bu nedenle meme kanserinde bireyin tümör özelliklerinin ve moleküler bir takım parametrelerin “genellenemez” bir özellik taşıması kanaatimce bilinçlendirmenin temelini teşkil etmelidir. Bu yazımızda kısaca son zamanlarda gittikçe önem kazanan ve kişiye özel tedavi geliştirilmesinde önemi tartışılmaz “moleküler parametre”lere değinmek istiyorum.
Moleküler parametreler
Moleküler özellikler denince, genetik danışma gerekliliğine karar verme, erken tanı, tanı konmuş bir kanserin davranışı hakkında ön görüye sahip olma veya nüks ya da uzak organ yayılımının varlığını saptama için gerekli tetkikler akla gelmektedir. Bu konularla ilgili çalışmalar başta Her-2-neu üzerinde yoğunlaşmakla, beraber araştırmalar devam etmektedir.
Bir tümörün davranışını, konakçı yani hastanın bağışıklık sistemi ile tümör arasındaki ilişki ile önemli ölçüde belirlenir. Bağışıklık sistemi, konakçının yani hastanın tümörü sınırlamak veya yayılmasını önlemek için bir yanıt verir. Bu yanıt ne kadar kuvvetli olursa tümör o kadar iyi sınırlanır.
Bu sınırlamada tümörün etrafındaki destek dokusu ve iltihabi doku hücreleri kadar, bu hücrelerden salgılanan bazı maddeler de etkilidir. Bunlar tümör dokusu ve hasta dokusu arasındaki ilişkiyi başka bir değişle savaşın şiddetini belirler. Güncel bilgilerimize göre meme kanser tanısı konulan hastalarımızın, tümör özellikleri içinde sadece tümör büyüklüğü ve koltuk altı yayılımları değil, bunların yanı sıra ER/PR/Her2 Neu pozitiflikleri üzerinde de hem cerrah hem de medikal onkolog tarafından uygun bir dille bilgilendirilmeleri yararlı olacaktır.
Son zamanlarda Ki-67 de bu listeye eklenmiştir. Bazen biyopsi sonuçlarının rapor edilmesini en pratik olarak olarak “immünohistokimya” denilen yöntemle çalışılan bu parametreler geciktirebilmekte ise de bu hastanın tedavisinin planlanması ve hastalığın geleceği ile ilgili öngörüde bulunulması açısından çok önem taşır. Zira artık meme tümörlerinin yeni sınıflandırılması bu “immünohistokimyasal” sonuçlara göre yapılmaktadır. Özellikle yeni sınıflandırmalara göre Her 2 neu pozitifliği hakkına şüphe varsa FISH tekniği ile daha detaylı incelemeler yapılması zorunlu olabilmektedir.
Sonuç olarak her ne kadar hastalarımız tarafından akılda tutulması zor gibi görünse de, östrojen reseptörü (ER), progesteron reseptörü (PR), Her2 Neu, Ki67 gibi mikroskobik patolojik incelemeler mutlaka müdavi hekim tarafından ameliyatın ta başında dikkatlice incelenerek, hastaya bu yönde uygun bir dille hastalığın geleceği hakkında öngörüde bulunulması uygundur.
Bu öngörüyü yaparken, hekimin hastasına karşı yaklaşımı, korku ve panik yaratmaktan kaçınmak ama bir o kadar da ihmale neden olmayacak dikkatli bir tavır ve söylem olmalıdır.